Bizans’ın Düşüşü, Stefan Zweig’ın bakış açısından, alıştığımızın dışında birkaç yönüyle, Fatih Sultan Mehmet’in 29 Mayıs 1453’te İstanbul’un Fethi’ni anlatıyor.

Tarihimizdeki önemli olayları ve kişileri yabancı yazarların nasıl yorumladığını merak ederim her zaman. Stefan Zweig da kendi açısından önemli bulduğu olayları ön plana çıkararak ortaya koymuş eserini.

Fatih Sultan Mehmet’in fetih tutkusu, zekası, kültür bilgi birikimi, askeri dehası ön plana çıkarılanlardan biri.

Yazar Stefan Zweig, fetih düğümünün çözülmesini açık unutulan bir sur kapısı Kerkaporta Kapısı’na bağlıyor. Kritik bir durum ancak fazla ön planda kitapta.

Fatih Sultan Mehmet’in son taarruz öncesi Osmanlı Ordusu’na, 3 gün yağma izni verdiği bir fermandan söz ediliyor. İçerik olarak ilginç geldi. Bize öğretilen bilgiler ile çelişiyor.

Farklı bakış açılarını merak eden ve Stefan Zweig’ın yorumunu sevenler için bir kahvelik kısa bir kitap.

Bizans’ın Düşüşü Kitabından Altını Çizdiklerim:

Tehlikenin Belirmesi

  • Hanedan içinde kendi iktidarına karşı olanları ortadan kaldırmaya niyetli olduğunu, henüz reşit olmayan şehzade kardeşini hamamda boğdurarak gösterir. Bu eylemin hemen ardındansa bu cinayeti işleyen celladı ölüme mahkum eder.

Savaşın Başlaması

  • Sahip olduğu güce güvenerek savaş hazırlığı yapanlar, silah kuşandıkları güne kadar daima barıştan söz ederler.
  • Mehmet, barış söylevinin yeterli olduğuna karar verip aniden tüm sözleşmeleri fesheder ve savaşı başlatır.
  • Türkler, o zamana kadar İstanbul Boğazı’nın yalnızca Asya tarafını kontrol etmekteydiler. Fakat Mehmet, boğazın en dar, bir zamanlar gerçekleşen Acem seferi sırasında Kserkses’in de karşı kıyıya geçmiş olduğu bir yerinde, hiçbir geçerli dayanak beyan etmeden bir kale inşaatı yapılmasını emreder. Avrupa yakasında, Rumeli Hisarı denen yerde inşa edilen bu kale, Bizans gemilerinin bu geçidini kapatır.
  • Tüm anlaşmalara aykırı olarak bir gecede on binlerce işçiyi Asya’dan Avrupa kıyısına geçirir; Anlaşmalar aykırı olmayı da umursamaz zira savaşa hazırlık yapan hükümdarlar anlaşmaları önemsemezler.

Surlar ve Toplar

  • Macar asıllı Urbs ya da Orbs
  • Orbs’un emrine, uygun miktarda asker, yeter miktarda para ve istediği diğer malzemeleri hemencecik verir Mehmet. Öyle ki, Edirne’den gelen demir cevheri binlerce arabaya ancak sığabilmiştir.
  • Bu devasa metal canavar, Edirne’den ta Bizans surlarına kadar nasıl götürülecektir?
  • Konvoyu oluşturan arabaları ancak elli baş öküz çekebilmektedir.
  • Konvoyun her iki yanında yürüyen iki yüz elli adam, kendi ağırlıklarını kullanarak bu metal borunun kaidesi üzerinden düşmesini engellemektedirler. Üstüne üstlük elli araba ustası ve marangoz da arabanın tahta tekerleklerini değiştirip onarmak, yağlamak, payandaları sağlamlaştırmak ve bu dev cüssenin geçeceği köprüleri yapmak için durmaksızın çalışmaktadır.
  • İnsan iradesi bir kez daha yapılamaz deneni başarmaya muktedir olmuştur; otuza yakın karanlık dev ağızlı dev canavar Bizans surlarının önünde yerlerini almıştır.

Tepeleri Aşan Donanma

  • Herkesin malumudur ki geceler, heyecanlar, yeni düşler ve yeni umutlar içindir; onların tatlı zehri insanı şaşırtır, umut dünyasını karmakarışık hale getirir. Kuşatma altındaki umutsuz insanlara da aynen böyle olur ve gece boyunca artık kurtulduklarını ve bundan böyle güven içinde yaşamaya devam edeceklerine dair inanca kapılırlar.
  • Hanibal ve Napolyon’un Alp Dağları’nı hızlıca geçip kendilerine erişmelerinin olanaksız olduğuna inanmış Romalılar ve Avusturyalılar gibi, Bizanslılar da bu fikri akıl dışı bulurlar. Deneyimlerine göre gemiler, yalnızca denizde hareket edebilmektedirler. Bir donanmanın karadan ilerleyerek tepeleri aşması mümkün değildir. Oysa ki mümkün olmayanı gerçekleştirme azmine sahip olmak, çılgın arzular beslemek demektir ki Mehmet’in arzuları da bu nevidir.
  • Büyük askeri hareketlerin ortak özelliği, düşmanı şaşırtarak öldürücü darbeyi indirmeye dayanır ki bu son teşebbüsü de Mehmet’ın eşsiz bir deha olduğunun gerçek ve tartışmasız bir göstergesidir. Bu deha, bir keresinde, “Eğer sakalımın tek bir teli bile aklımdan geçeni bilseydi, onu derhal çeker koparırdım.” demiştir.
  • Mehmet’in demir pençesi, kurbanının boğazını artık çok daha fazla sıkmaktadır.

Yardıma Gel Avrupa

  • Kuşatma altındaki Bizans halkı artık bir düşten uyanmak zorunda kalmıştır. Bir an önce yeni yardım filosu gelmezse, üzerlerine saldıran yüz elli bin askere karşılık, delik deşik olmuş surlarla çevrili kenti ve içindekileri korumaya gayret eden sekiz bin Bizanslı askerin dayanma olanağı yoktu.
  • Düşman bayrağı çeken Bizans gemisi kimsenin dikkatini çekmeden Çanakkale Boğazı’nı geçerek Ege Denizi’ne açılmayı başarır. Her ne kadar Mehmet, her şeyi düşünmüş ve önlem almış olsa da cesaretin fazlası savaşta iyi değildir; fazla cesaret bazen bütün bir orduyu felce uğratır.
  • Denizde hiç gemi yoktur  fakat bu cesur adamlar yine de umutlarını yitirmeden adadan adaya dolaşırlar; gördükleri karşısında dehşete düşerler çünkü tüm limanlar düşman tarafından çoktan işgal edilmiştir ve dost ülkelere ait herhangi bir geminin bu bölgeden geçme olanağı yoktur.

Büyük Taarruzdan Bir Gece Önce

  • Bir ordu komutanı için, böyle bir durumda iki seçenek vardır. İlki kuşatmaya son vermektir ki Mehmet için böyle bir seçenek düşünülemezdi; ikincisi ise kesin ve büyük bir taarruza kalkmaktır ki Mehmet de bu yolda ilerler ve hemen paşalarını bir savaş divanında toplar. Bütün kaygılarının ötesindeki inanılmaz zafer tutkusuyla 29 Mayıs’ta son ve kesin bir taarruz kararı alır.
  • Mehmet, ordusuna bir söz verir ve bu vaadini davullar ve tellallar aracılığıyla tüm ordusuna duyurur:
    • Mehmet, Hazreti Muhammed’in ve dört bin peygamberin, babası Murat Han’ın ruhu üzerine yemin eder ki fethin ardından üç gün mühletle kentin yağmasına izin verecektir. Bu surların sakladığı ne varsa, her nevi ev eşyası, define, mücevher ve sikkeler ile erkekler, kadınlar ve çocuklar zafer kazanan askerlerin olacaktır. Padişahımız her türlü ganimet hakkında feragat etmiştir; Doğu Roma İmparatorluğu’nun son kalesini fethetmiş olmak şerefi onun için en kıymetli ganimet olacaktır.
  • Tam gece yarısında, tüm bu curcuna susar, tüm meşaleler, Mehmet’ten gelen kat’i bir emirle anında söndürülür. Bu suskunluk ve bir anda çöküveren bu karanlık, surların gerisinde kaderlerini bekleyen ve deminki curcunayı surların üzerlerinden izleyenler için, az öncesine kadar gördükleri coşkun şenlikten daha korkutucudur.

Ayasofya’daki Son Ayin

  • Çok yazık ki dünya tarihi boyunca insanlar, ancak tehlike çok bariz bir hale geldiğinde birleşmeyi akıl edebilirler.
  • Surların neresinde bir gediğe rastlasalar, aziz tasvirlerinden birini oraya asarak bu azizin kentlerini dinsizlerin saldırısından ve dünyevi silahlarından koruması için dua ederler.
  • Hem Mehmet, hem de Konstantin, hangisi kazanırsa kazansın o günün dünya tarihini daha asırlar boyunca etkileyecek önemde bir gün olduğunu bilmektedirler.
  • En nihayetinde beklenen son sahne başlar. Avrupa tarihinin belki de en dokunaklı, bir çöküşün en dehşetli anları gelmiştir artık. Ölümünü bekleyen halk, zamanında dünyanın en muhteşem katedrali olan ve iki kilisenin barıştığı o günden bu güne kendi kaderine terk edilmiş halde bulunan Ayasoyfa’da toplanır.
  • Justinianus’un katedralinde Hristiyanlık artık son anlarını yaşamaktadır.
  • Surların gerisindeki binlerce asker, yürekleri korkuyla karışık bir heyecanla ölümü beklemektedirler.

Unutulan Kapı Kerkaporta

  • Sultan, gece yarısından sonra, saat tam birde saldırı emrini verir; bunu belirtmek için de dev sancak dalgalanmaya başlar.
  • Sultan Mehmet’in elinde hücuma geçecek son bir güç daha vardır ki onlar Osmanlı ordusunun göz bebeği olan Yeniçeriler’dir.
  • Sultan’ın bizzat kendisi de bu Yeniçerilerin bir üyesidir ve o sırada Avrupa’nın en seçkin savaş birliği olan bu on iki bin kişilik ordunun başına, bu taarruzda da kendisi geçer.

Haç’ın Düşüşü

  • Kendilerine ganimet olarak aldıkları şeyler yalnızca değerli madenlerden, değerli taşlardan, kumaşlardan, ev eşyalarından ve paradan oluşmaz; haremleri için kadınları, esir pazarlarında satmak için de erkek ve çocukları da ganimet sayarlar. Kiliselere sığınmış olan insanlar, hayvan sürüsüymüş gibi kırbaçlanarak dışarı çıkartılır ve adeta yerlerde süründürülürler.
  • Şimdiyse muzaffer bir komutan olarak, bu dev yapının ağır, bronz kapısından içeri girecektir. Bu kadar büyük bir hevesle dolu olmasına rağmen, Mehmet kendisini dizginlemeyi bilir ve bu kiliseyi sonsuza dek kendi tanrısına adamadan evvel hayır duası etmeyi atlamaz. Başını öne eğerek atından iner, yere diz çöküp dua eder; sonra yerden bir avuç toprak alarak, kendisinin de ölümlü olduğunu anımsamak için başının üzerinden döker. Tanrısına şükredip kulluk vazifesini yerine getirdikten sonra ayağa kalkar ve kutsal bilgeliğin mekanı olan Justinianus’un katedraline, Ayasofya Kilisesi’ne ilk adımını atar.
  • Avrupa, umursamazlığı ve budalaca takıntıları nedeniyle yeni bir yıkıcı gücün açık unutulmuş o küçücük kapıdan, Kerkoporta’dan içeriye sızdığını ve bu gücün asırlar boyunca elini kolunu bağlayacağını, onu felç edeceğini korkuyla idrak eder etmesine de insan yaşamında olduğu gibi tarihte de yitirilmiş şeyler yakınıp dövünmekle geri gelmiyor. Bazen bir anda yitirilmiş olanı bin yıllar geri getiremiyor.